27.10.2008

Şu yazıları yasaklatsak da mı yazsak, yasaklatmasak da mı yazsak?

Inbox'ıma düşen bir mailden öğrendim bu son muhteşem uygulamayı! O andan beri elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırmış durumdayım.
Youtube'e erişim engellendiğinde "ne saçma!" demiştim, bir iki vızıldamıştım oturduğum yerden. Fakat bu sefer canım yandı. Ve değil susmak, bilakis, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.
İki kendini bilmez bahçesinde marihuana yetiştirdi diye benim ellerimle kazarak oluşturduğum bahçemin kapısına nasıl kilit vurulabilir ki?
Bu nasıl bir mantığın ürünüdür?
Uçak kazalarında ölen yüzlerce insanın yakınları dava açsa hava yolları şirketlerinin kapıları mı zincirlenecek?
Her gün göz göre göre insanları zehirleyen sigara illetine erişim neden bu denli serbest o zaman? İnisiyatif kullanımına erişimi de engellesenize!
Yolsuzluklardan kafasını kaldıramayan sayın(!) vekillerimizin(!) partilerini de kapatsanıza!
Zihinlerimize erişmemizi nasıl engelleyebileceğinizi düşünüyorsunuz peki?

Bakın bakalım engellenmiş gibi duruyor muyum?
Bakın bakalım onlarca Blogger kullanıcısı engellenmiş mi?

Dün yazılarımı taşıyıp taşımamak arasında gidip geliyordum. Bugün yasakları delmenin dayanılmaz hafifliği ile buradayım. Gerçek anlamda engellenene kadar da burada kalacağım.


Ekşi Sözlük'ün-anlayana-ders niteliğindeki uyarısına tüm kalbimle katılıyorum:

...devlet tarafından atanmış bir kurumun internet üzerinde kimin hangi bilgiye ulaşıp ulaşamayacağına karar vermesi insan haklarına aykırıdır. web siteleri kullanıcıların istekleri doğrultusunda bağlandıkları yerlerdir. kullanıcılar isterlerse bir web sitesine bağlanmayabilirler. bu güçleri ve imkanları mevcuttur. bir kullanıcı bir siteye bağlanmak istiyorsa bu onun tercihi ve hakkıdır. bağlanmak istemiyorsa bu yine onun tercihi ve hakkıdır. halkın kendisine hizmet etmesi için görevlendirdiği kurumlar hadlerini aşıp halka neye ulaşıp ulaşmayacağını bilmeyen cahil cühela muamelesi edemezler. ebeveynlerin çocuklarını sakıncalı içeriklerden koruması için çok sayıda bedava ve ücretli yazılım mevcuttur. bu yazılımlar bir web tarayicisini kullanmaktan daha karmaşık teknik bilgi gerektirmemektedir. devletin milletini küçük düşürmesi ve ebleh yerine koyması yasaktır.

4.10.2008

Pişmaniye tadında

Pakize Suda öyle ironik, öyle bildiğimiz ama "görmeli mi görmemeli mi..." terennümüyle geçiştirdiğimiz manzaralardan bahsetmiş ki, buraya taşımadan yapamadım.
Önce bir okuyalım:


"Baktığını gören insanlardansanız, seyretmekte olan arabaların içindeki çekirdek ailelerin yüzlerindeki o mutsuz ifadeye de defalarca şahit olmuşsunuzdur.
Bayram tatili boyunca yine dikkat ettim de... Birinin yüzü gülse ya!
Gezintiye çıkmış, yahut bayram ziyaretinden dönüyor olmaktan çok, taziyeden geliyor gibiydi hepsi.
Evde nasıllar acaba?
Öyle mutsuzlar ki, sokaktan medet umup atladılar arabaya...
Fakat boşuna.
Yüz kasları donmuş adeta. Yüksek dozda kas gevşetici lazım.
Arka koltuktaki çocuklar da aynı.
Yahut evde çok mutlular...
Fakat taraflardan biri sokak diye tutturunca bir gerginlik yaşandı, o sürüyor.

Büyük ihtimalle kadın tutturmuştur.
Erkek, koltukta uyuklamak, televizyona bakmak, sınıfına göre internette sörf yahut ufak tefek tamiratlar yapmak istemiş, kadınsa "Çocuk patladı evde!" diye gürlemiştir.
İyi ki şu çocuklar var... Kadınların hali ne olurdu bilmiyorum.
Çocuk sıkıldı...
Çocuk istedi...

Çocuk tutturdu...
Çocuk seni özledi...
*
(...)Uzatmayayım, şunu diyeceğim:
Evlilik aşkı öldürür diye klişe bir söz var ya... Doğrudur fakat öldürme direkt olmaz.
Evliliğin esas öldürdüğü şey başkadır. İdealleri, hayalleri öldürür evlilik.
İdealleri, hayalleri ölmüş adamın aşkından ne hayır gelir sorarım size?
Mesele budur bana sorarsanız.
Arabaların içindeki erkeklerle kadınların asık suratlarının nedeni de budur.
Erkek kaptan olup uzak diyarlara gitmek istiyordu belki... Kadın dünyanın her yerinde çocuk fotoğrafları çekmek... Şimdi gittikleri en uzak yer erzak düzdükleri market!

*
Özellikle genç yaşta evlenenlere sormak istemişimdir hep... Merak ettiğiniz, yapmak, görmek, vakit ayırmak istediğiniz her şey bitti mi?
Evli olma hali bütün zamanını alır çünkü insanın... Hani belki bilmiyorsunuzdur...
Demek baktınız, ölçüp biçtiniz, düşünüp taşındınız, yanınızda bir adamla/kadınla televizyonun karşısında oturmaya, arada marketten bulgurla tuvalet kağıdı almak için kalkmaya, uzatmayayım yaşıyormuş gibi yapmaya karar verdiniz öyle mi?
Allah mesut etsin!

Laf olsun diye söylemiyorum, hakikaten işiniz Allah’a kalmış."

--------------

İdealleri, hayalleri ölmüş bir adamın aşkından ne hayır gelir?
İdealleri, hayalleri ölmüş bir adamın kendine ne hayrı olur ki?
Gereklilik kipinde yaşanan bir hayata razı olmaktan başka nedir ki bu?

Hakikaten nedir evlilik?
Evlilik: İki sevgiliyi, sevişmeyi bile görev kabilinden gördükleri için "belirli gün ve haftalar"da icra eden iki ev arkadaşına dönüştürerek, muradına erdiren "evet-imza-alyans" bütünü.

Evliliğin Amacı
Evliliğin amacını kısaca "mutlu olmak" olarak kabul edersek, çevremizde amacından sapmış onlarcası varken neden hala evleniyoruz? (ey insanlık, sorum sana!)


a) Bizimkisi farklı olur umuduyla mı? (ki bu en masum neden)

b) Sevgiliyle birlikte yaşamanın meşru hali olduğu için mi? (Türkiye'ye özel şık)
c) Düzenli bir "aile hayatı" (Bkz: mangal başı/mutfak misafirlikleri) kurmanın, çoluk çocuğa karışmanın vakti geldiğinden mi? (Türkiye için bonus: "Evde kalma" baskısı ve/veya işgüzar ebeveynlerin münasip bir kısmet avına çıkması)

d) "Yaşlılıkta yalnız kalmamak" için mi? (Öne sürülen belki de en bencilce gerekçe)
e) Yoksa hiç düşünmeden, yalnızca sıramızı savmak için mi? (sıradakiii...)

Sonuç
Bunlar için "yaşıyormuş gibi yapmaya" gerçekten de değer mi?


P.S.
Evet, kötümser, kapkara bir yazı oldu bu.
Ama kendini bildiğinden beri "evlilik" yüzünden acı çekmiş, hala da çilesini dolduramamış bir insandan daha ne beklenebilir ki!

21.09.2008

Yasak Elma

"Hala bitirmedin mi?" diye sorduğumda, vereceği cevabın beni böylesine derin düşüncelere gark edeceğini bilmiyordum. "Bitirmek istiyorum, ama o kadar bölündüm ki, birçok şeyle uğraşıp, hiçbirini tamamlayamıyorum. Aynı anda dört kitap okuyorum, eve taşıdığım işimle uğraşıyorum, bir yazı ve yeni bir tasarım üzerinde çalışıyorum, kendimi onunla aldatıyorum..."
Tam bu noktada takıldım kaldım, o konuşmaya devam
ederken ben sadece zihnimde uçuşan fikirlerden sıyrılıp gerçek dünyaya dönmeye çabalıyordum.
"Kendimi onunla aldatıyorum" derken eşinden bahsediyordu. Evet biliyordum, muhteşem bir evlilik değildi onlarınki, ama hangisi öyleydi ki... "Bizimkisi bir şirketi yürütmek gibi..." demişti daha önce de, "ortak ürünümüzün iyiliği için çalışıyoruz."
Bu muydu hayatın kalanı için öngörülen rota? "Ortak ürünün iyiliği için birlikte yaşamaya katlanma" ekseninde seyrederken; görev paylaşımında üzerine düşen sorumlulukları yerine getirme, akşamları eşinle yarım saat-çözülmesi gereken mali sorunlar ya da ekstra bir gündem maddesi söz konusuysa belki bir saat-konuşma, ve bu esnada bir yandan da televizyon izlerken meyve yeme; haftasonları benzer durumdaki "iyi arkadaş"larla buluşup-kadınlar mutfakta ya da salonda, erkekler mangal başında veya içki sofrasında-hep aynı konularda (çocuklar, fazla kilolar, alışveriş, kocalar/para (iş), futbol, kadınlar) hep aynı sözleri sarfederek zaman öldürme; ve tüm bunların son derece normal olduğuna kendini inandırma... Kendini kandırma, ve sonunda kendini eşinle aldatır hale gelme...

Hadi Havva o zaman bunları tahmin edemedi ve bile bile lades dedi; peki biz neden canımızı yakacağını bildiğimiz bu elmadan bir ısırık almak için hala bu kadar hevesliyiz?


Fotoğraf: http://paranoyiqzz.deviantart.com/art/FORBIDDEN-81989885

24.08.2008

Terk eden

"Kimdi giden, kimdi kalan?
Giden mi suçludur her zaman?"*
Ne zaman yitiriyoruz ortak paydamızı? Kapı ardımızdan kapandığı anda mı?
Bir zamanlar beline, boynuna dolandığımız, koynunda yattığımız biriciğimiz nasıl "el" oluyor birden?
O dillere destan sevgimizi bir gün gelip de kanımızın son damlasından bile damıtarak bedenimizden atmayı nasıl başarıyoruz?
Kimin gidip kimin kaldığından çok bununla uğraşmalı belki de...
Yıllarca "canım" dediğine, "canın çıksın!" diyebilmek de varılan son nokta...
Kusurlu, hatalı, suçlu olan hep ötekidir. Canı çıksındır!
"Ne zaman başlar ayrılıklar?
Dostluklar biter ne zaman?"*

Biri terk eder, ve her şey tam da orada biter.
Ne sen aynı sensindir o andan itibaren, ne de dere aynı dere...
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Kalbini gözün kapalı emanet ettiğin kişi onu stres topu yapmış, avuçları arasında gezdiriyordur.

"Değişiyordu her şey kendiliğinden...
Artık çözülmüştü ellerimiz, artık bölünmüştü yüreğimiz
Birimiz söylemeliydi bunu, ötekini incitmeden,
İncitmeden,
İncitmeden..."*

* Murathan Mungan

15.06.2008

Kutsal bağlılık yemini

Gazetenin Pazar ekinde bir röportaj… Evliliğinin bitmesiyle gündeme gelen hoş bir kadın, olabildiğince kapalı bir şekilde anlatmış ayrılık sürecini. Tüm bunları neden anlattığını, hadi o anlatmış bile olsa insanların-ben dahil-bunlara niçin ilgi gösterdiğini sorgulamıyorum bile. (Bu iflah olmaz merak, bu karşı konulmaz röntgencilik dürtüsü ilkel insanda ne şekilde tezahür ediyordu acaba?)

Beni zerre kadar ilgilendirmeyen bir ilişkinin bitişiyle ilgili sarf edilen cümleleri okurken, “evlilik, artılar azalınca mı yoksa artılar sıfırlanınca mı biter?” sorusunun cevabında takıldım kaldım: “Herkese göre farklı biter. Sizin için bitmesi gereken evlilik bir başkasına göre devam edebilir. Hayata bakışınıza kalmış bir durum. Bazıları için ne olursa olsun, hiç bitmez.

Evet, tam da böyle bir şeydi evlilik.

“İyi günde ve kötü günde…” temennisiyle başlanan, taraflar kötü günlerin ağırlığı altında ezildiğinde “şiddetli geçimsizlik” ile son bulan bir deneyim
İki farklı insanı, iki ayrı yaşamı, görgüyü, kültürü, aileyi, geçmişi, geleceği, belki de değişik istikametlere uzayan iki yolu bir araya getirip, tek bir potada eritme çabası…

En olumlu yanı, meşru olarak dünyaya bir çocuk getirmek ve gerçek bir “aile” halini almak olan; fakat bir müddet sonra “ortada” bir çocuk olduğu için eş(!)lerin katlanmak zorunda kaldıkları bir rutin haline gelen kısırdöngü
Sevginin, bir arada olma isteğinin, yol arkadaşlığının tüllere dolanıp, pullara bulanıp, kurdelelerle boğulup nefessiz bırakılarak içinde can verdiği, o çok meraklı insanlara sunulmak üzere hazırlanmış bir
hediye paketi
Bireyselliğinden, özgürlüklerinden, gençliğinden (Bkz: “genç kız”lıktan “evli barklı kadın”lığa geçiş ) ve hatta soyadından bile feragat ettiğine dair bir imza
Herkes için, ve hatta herhangi bir karı-koca için bile farklı nedenlerle başlayıp, farklı gerekçelerle sürdürülen, ya da kapısına kilit vurulan bir kurum...

En edebi haliyle, "kutsal bağlılık yemini"...

By Yiğit ÖZGÜR

DuyumsaMA!

Yaşamımı tartaklayan eller var. Fiskos köşelerindeki kahve sohbetlerine malzeme, içki masalarına meze edilecek bir şeyler bulma umuduyla avuçlarını kaşıyan; utanmadan, sıkılmadan akıllarına gelen ilk bahaneyle beni silkeleyen yabancılar, “el”ler…
“Özel”ime kilitlenmiş gözler var. Siyahlara büründüklerini düşünürken, karanlıkta kedigözü gibi parlayıp yerlerini belli eden; mahremimi menzillerinin odağı belleyen nazarlar…
Başka hayatlar hakkında yorum yapmayı kendine iş edinen diller var. Bir tıslamayla aniden ortaya çıkan, zehrini hedefine damardan zerk ettikten sonra aynı hızla ortadan kaybolan çatallı diller…
“Öteki”nin yaşamına pervasızca dalmaktan imtina etmeyen burunlar var. Aldıkları ufacık kokunun izini sürerek, haddini aşmak pahasına üstüne vazife olmayan konulara sokulan burunlar…
En ufak bir dedikodu kırıntısını bile kaçırmamak için dört açılmış kulaklar var. Varlıklarını ancak başka hayatlar üzerinden sürdürebilen, duvarlara, kapılara yapıştırılmış alıcılar...

Ve benim bir özel (!) hayatım var. Olduğu kadar...



Kime ne karman çorman hayatımdan
Kime ne yalan dolan masallarımdan
Kime ne yavuklumdan sevdalımdan
Ben mutluysam…

Fotoğraflar:
http://paranoyiqzz.deviantart.com/art/CAUGHT-81011628

http://adnrey.deviantart.com/art/Strips-78400873

7.06.2008

Birileri bize çok acı çektirdiler

aslinda bir konu var- yasemin mori

aslında bir konu var..
neden konuşamayız?
neden hep suskunsun?
ben güzelim kadınlar berbat...
neden buna gülmezsin?
neden hep mutsuzsun?
sorular sorunca dersin ki,
"neden çocuksun, neden büyümezsin?"
elimde cevabım yok!
olsa neye fayda, yüzün bana dönmez ki...

ağzımda hep tadı var,
üzüm gibi paslı, bitince gitmez
hem yarası hem dikeni var
batırır beni de yaralar,
acıtır sabahlarımı..

birileri var birileri var
birileri yine sarhoş
birileri yaz, birileri kış
birileri önce...
birileri bize apaçık, birileri pişman
birileri bize çok acı...
birileri çok acı...
birileri bize çok acı getirdiler
birileri farkında, birileri fark etmedi
birileri sağ, birileri sol, birileri fark etmedi
o da bunu görmedi
bu da sana hiç yetmedi

üçgen gezegenleri, meşhur cinayetleri,
yine onu vurdular, yine ona "bam"!
yine geri sar, yine sarhoş
yine benden uzak kalmış
beni terk etmedi, beni bırakıp gitmedi

bir yanı tura, bir yanı yazı,
bir yanı da bana kalmış
yine ona ne güzel seslendiler...
yine gözü apaçık, gözleri apaçık,
birileri bize çok acı çektirdiler...

11.05.2008

Yalın-yamalak

Ben

Üç harf: B - E - N

Bu kadar basit görünmesine, ismin (en) yalın haline örnek teşkil etmesine karşın, bundan daha kaotik bir sözcük düşünemiyorum.

Bu yüzden de, “Bize kısaca kendinizden bahseder misiniz?” kıvamındaki sorularla karşılaştığımda, albümlerimdeki yüzlerce fotoğrafı-çantasından Ace şişesi çıkaran Ayşe Teyze misali-bana bu soruyu yönelten kişilerin önüne dökmek isterim; ya da sadece "BEN!" demek...

Beni üzenleri, gülümsetenleri, kıskananları, kıskandıranları, kandıranları, mutlu edenleri, bulutların üstüne uçuranları, acıtanları;

Bana kazık atanları, güvenenleri, yardım edenleri, şüpheyle yaklaşanları, ayakta durmam için destek verenleri;

Bende iz bırakanları, yara açanları, anti-depresan etkisi yaratanları;

Benden bıkanları, kopamayanları, kaçanları…

Senelerin birikimini, tüm çelişkilerimi, hayallerimi, sırlarımı, anılarımı, acılarımı, paylaşımlarımı, kahkahalarımı, suskunluklarımı, yani her "hal"imi barındıran, içi en dolu sözcük: BEN!

Ve bu sadece yalın hali...


P.S. Thanks for the photo Adnrey!

Fotoğraf: http://adnrey.deviantart.com/art/Paint-80224586

2.04.2008

Herkes her şeyi yapabilir (mi?)

Yapamıyordu.
Belki durumu kabullenmişti ama bir türlü affedemiyordu onu...
Ne zaman geçirdikleri güzel anları düşünmeye başlasa, "kadınlık gururu" denen kurt içinde kıvrılmaya, midesini düğümlemeye, kalbine dolanmaya başlıyordu. İçindeki sıkıntı boğazında bir yumruya dönüşüyor, onu ne tükürebiliyor ne de yutabiliyordu.
Bir hata yapmıştı kadın, ve şimdi bunun bedelini ödüyordu. (Hak etmişti belki de, kim bilir, ya da ne fark ederdi ki bu vakitten sonra...)
Ve onca travmanın ardından artık şaşıramıyordu bile! Oysa ne çok severdi küçük çocukların her şeye gözlerini patlatıp, ağızlarını kocaman açarak şaşırmalarını... Sırf bu tepkileri daha sık görebilmek ve onları buna teşvik etmek için o da eşlik ederdi çocukların şaşkınlıklarına...
Duyarsızlaşma tam da böyle bir şey olmalıydı. Tepki veriyordu, ama şaşıramıyordu. Nihayetinde "herkes her şeyi yapabilir"di değil mi?
Ağzından çıkan "inanamıyorum!"lar bir anlık refleksti. Akabinde bunun yerini alan "anlayamıyorum"lar da kadının sorgulayıcı doğasının ürünü...
Yalnız tek şey vardı; nasıl olup da bu kadar sakin kalmayı başarabilmişti? İşte bunu aklı almıyordu. Oysa ömrü boyunca üzerinde taşıdığı "sessiz, sakin, ılımlı insan" yaftasına alışmış biriyken, son zamanlarda hiç olmadığı kadar "deli, dikbaşlı, tekinsiz"di. Ne olmuştu da böyle birden lal kesilmişti? Ne sinir krizleri, ne gözyaşları, ne de haykırışlar gelmişti bu seferki darbenin ardından...
Şaşıramadığı gibi, kızamıyordu da... Zira bu kimsenin hatası değildi. Belki de işin en acı olan tarafı buydu.
Susuyordu.
Susacaktı.
"Bir parçası kaybolmuş kocaman bir puzzle gibi hissediyorum kendimi" diye yazdı o gece günlüğüne.
Çerçevelenmiş 1999 parçaya bakanların çoğunun dikkatini bile çekmeyecek bir yerdi kayıp parçanınki...
Ama kadın biliyordu; bir daha asla "tam" olamayacaktı.

Fotoğraf: http://complejo.deviantart.com/art/La-ultima-vez-q-te-doy-la-mano-60403191

25.03.2008

Maybe love shouldn't be such hard work

She'll let you in her house
If you come knockin' late at night

She'll let you in her mouth
If the words you say are right

If you pay the price
She'll let you deep inside

But there's a secret garden she hides

She'll let you in her car
To go drivin' round

She'll let you into the parts of herself
That'll bring you down

She'll let you in her heart
If you got a hammer and a vise

But into her secret garden, don't think twice

You've gone a million miles
How far'd you get
To that place where you can't remember
And you can't forget

She'll lead you down a path
There'll be tenderness in the air

She'll let you come just far enough
So you know she's really there

She'll look at you and smile
And her eyes will say

She's got a secret garden
Where everything you want
Where everything you need
Will always stay
A million miles away

9.03.2008

Maskeler...

alevler dans ediyor, meşaleler...
erdemler kapılmışlar rüzgara.
uğuldarken bir toz bir duman,
dağlar taşlar yıkılmakta.

sevgi elden ele bir rus ruleti.
çirkinler takarlarken maskeleri
tutuşuyor güzellikler, dökülüyor.
tüm pespayeler çılgın gibi.

nereden çıktı bu karnaval,
kimler var maskelerin ardında
zamanın son halkası bu kör hayal
büyük küçük dost düşman bir arada

alevler dans ediyor, meşaleler...
erdemler kapılmışlar rüzgara.
uğuldarken bir toz bir duman,
dağlar taşlar yıkılmakta.

devler olmuş birer çürük ihtiyar.
cüceler kapmış çelik hançeri.
korkaklarda zafer nidaları...
tufan gibi bir alkış, tezahürat...

nereden çıktı bu karnaval,
kimler var maskelerin ardında
zamanın son halkası bu kör hayal
büyük küçük dost düşman bir arada

doğrayın yürekleri, doldurun kadehleri.
bu bir zafer sarhoşluğu, haykırın türküleri.
gerin artık kanatları
atlayın karanlıklara,haydi gülün bakalım.
sonsuza dek...

düşmenin sınırı yok.
düşmenin sınırı yok.
düşmenin sınırı yok.

2.03.2008

Behind the scenes...

"Çingene çalar, Kürt oynar" derler ya hani (evet, bir miktar ırkçı, "öteki"ci bir yaklaşım olabilir ama teşbihte kusur aramamalı); halet-i ruhiyemi hiçbir şey bundan daha iyi tasvir edemez .
Sıkıntı veya bunalım semptomları görülmese de (ki anti-depresanların faydası bu olmalı-sancıyı hissetmeden doğum yapmak gibi-ruha yapılan bir çeşit epidural anestezi), garip bir kafa karışıklığıydı bu...
Sabah gayet ilgisiz bir konuda yazmayı düşünürken, birden yarım kalmış bir iç hesaplaşmanın ortasında buldum kendimi, gözümden sırasını beklemeden süzülen yaşlarla birlikte... Öyle canım yanar gibi, içim acır gibi ağlamıyordum. Son derece sakindim. Ben yazarken, kaydırağın tepesinde itişen çocuklar gibi üçer beşer kaydı damlalar yanaklarımdan...

Rahatladım.
Böyle böyle arınacağım herhalde.

Ne demişti iyi yaşayasıca hatun:
"Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor..."

Gizli Bahçe

Çok güzel, çok akıllı, çok iyi değildim.
En ahlaklı, en anlayışlı, en dengeli asla olmadım.
Daha düz bir çizgide seyretmekte zorlanırken, sana mutluluğun resmini çizemezdim.
“Her şeyi kendi kendime çözebilirim”, ya da “hiçbir şeyin üstesinden tek başıma gelemem” demedim ki hiç...
Yanımda olmandı tek beklentim. Yanıbaşımda. Olsa olsa bir nefes uzağımda…

Çok şey biliyordun hakkımda; bakışımdan, duruşumdan sezerdin olağandışı hallerimi. Öyle ki, benim bile farkında olmadığım anlarda, “Hayrola, ne düşünüyorsun?” demenle irkilirdim.

Bir de bilemediklerin vardı. Hiç öğrenemediklerin... Defalarca dile getirmiş olmama rağmen sana bir türlü anlatamadıklarım.

Farklı pencerelerden bakıyorduk içimdeki bahçeye. Ne kadar çırpınırsam çırpınayım, senin durduğun yerden görünmüyordu işaret ettiklerim. Küçük bir duvar kapıyordu önünü, “Yok” diyordun, “burada senin bahsettiğin çiçeklerden yok!”

Sustum.

Sustun.

Sessizlik harcıyla birbirine tutunan tuğlalar üst üste bindikçe yükseldi duvarlarım. Öyle ki, geçtim bir başkasının bahçeme bakabilmesini, ben bile zor görür oldum içimdeki mis kokulu çiçekleri. Dört yanı duvarlarla çevrildikçe, kimselerin yanına yaklaşmaya cesaret edemeyeceği ürkütücü bir kuyunun dibinde kalmış, karanlık bir gizli bahçe oluverdi derinlerimde.

Susarak inşa ettiğimiz duvarların arasındayım şimdi. Kendimi huzurlu hissedebildiğim tek yer olan o bahçeden bakıyorum hayata. Dizlerimi kollarımla sararak oturdum yere; gözlerimi göğe diktim, sesimi çıkartmıyorum. Kimselerin beni bulmasını beklemiyorum. Kuyunun ağzından görülebilen beyaza çalan parlak maviliğe bakıyorum. İçeri doğru eğilip bağıran birileri olmadıkça dışarıdaki kaosun yankıları bana ulaşamıyor. Mutluyum. Olabileceğim kadar mutlu...

Korumaya çalışıyorum kendimi. Sığınabileceğim en güvenli yerde-kendi içimde-dinlenmek istiyorum. Duvarlarım dışında hiçbir şey, hiç kimse yapamazmış bunu.

Yalnızca dört duvar...



Fotoğraf: http://insideabubble.deviantart.com/art/The-Well-II-9970743

P.S. Bu, dingin bir kelebeğin de yazısıdır.

23.02.2008

Bir Akşamın Kalbi

Seni seviyorum hala bazen; evlat gibi, yol arkadaşım gibi, eski bir dost gibi... Biliyorum, bu yeterli değil. Sandığımız kadar sihirli değilmiş sevgi... O kadar uzun değilmiş kolları; bizi saracak, bir arada tutacak kadar değil...
Buralarda herkes kazanır, ya da kaybeder. Kural bu, terazinin bir kefesi inerken diğeri yerinde kalamaz. Bana sahipsin, ya da değil... Ortası yok bunun, ya yukarı, ya aşağı...
Üzerimden bulutlar, bulutlar geçti; gözlerimden yağmurlar aktılar üstüne üstüne... Kapkara günlerdi. Öldürmedi. Güçlenmekten başka ihtimal yoktu önümde.
Beni sevdin. Herkesten çok düşünen beni sendin. Sadece iyiliğimi isterdin. Öyle dedin. Öyle olsun. Duvarlarım vardı. Çevreledim kendimi. Seni yalnız bıraktım. Kendimi yalnız bıraktım. Öyle dedin. Öyle olsun.
Akşam olunca tüm gölgeler kalkardı. Karanlığın içindeyken karanlıktan korkulamazdı. Sen yanımdayken her şey çok kolaydı. Yanımdayken. Bir o kadar da yalnız. Yanımda ve tek başına...
Zaman geçti yanyana. Çok uzak durduk. Bir evde iki ayrı dünya kurduk. Sustuk. Kalplerimizi söylenmemiş sözlerle doldurduk. Ve bir anda-küçücük bir zaman diliminde-koptu pamuk ipliği...
Bir akşamın kalbinde bıraktım seni. Koyu, zifiri bir akşamdı. Dönüp arkama bakmadım, terkederken seni gözlerimde yaşlarla...
Ve sen bunu görmedin.
Ve hiç bilmeyeceksin.Seni seviyorum hala bazen. Hayal meyal... Uyandığımda anımsayamadığım güzel bir rüya gibi...
Biliyorum bu yeterli değil. Hiç değil.


Fotoğraf: http://cutteroz.deviantart.com/art/Pressure-54931706

18.02.2008

Aynalar

Biraz, "burada yazılmışı var"cılık yaptım.
Fakat iflah olmaz bir Elif Şafak hayranı olarak "ayna" sözcüğünü ilk okuduğumdan beri aklımda dönen tek şey aşağıdaki pasaj. Nasıl etkilenmişsem, nasıl içime işlemişse artık...
Narsizmin sadık hizmetkarı hakkında çiziktiremiyorum.
Ben susma hakkımı kullanıyorum, Elif Şafak şakıyor:

"Her tiyatro sahnesi büyük bir aynaydı, izleyicilere tutulmuş; ve her ayna büyük bir tiyatro sahnesiydi, hayatın göbeğine kurulmuş. İnsanlar, geçmişin çıbanlarından artakalan çukurları paha biçilmez taşlarla kapatan, bugünün kisvesindeki yırtıkları cafcaflı unvanlarla yamayan, rüyalarındaki geleceğe baktıklarında gözleri kamaşan insanlar, tiyatro sahnelerinde aynaları görürdü; aynalarda da tiyatro sahnelerini. Aynalı sahneler olanla olmayanın, sahip olunanla sahip olunamayanın tuhaf bir karışımını ikram ederdi. Herkes kadirince tadardı bu nimeti.

...Aynalardaki suretlere dokunmak kabil değildi. uzanan eller, aynaların sırlarına dokunur dokunmaz hadlerini hatırlayarak gerisin geri çekilirlerdi. Sert yüzeyde kıvranan tırnakların çıkarttığı o iç gıdıklayıcı ses kalırdı geride.

Oysa sağırdı aynalar."


Elif Şafak, Şehrin Aynaları


P.S. Thanks again Adnrey!

Fotoğraf: http://adnrey.deviantart.com/art/Hide-and-seek-game-mirror-65186720

For those who have no respect





http://www.mehmetturgut.com/

P.S. Teşekkürler Mehmet! Bana yazacak bir şey bırakmadın...

16.02.2008

DELİ

Hani mutlak iyi veya mutlak kötü yoktu ya, kimse ne tamamen Clara, ne de tepeden tırnağa Erol Taş olamazdı hani...
Aynı bunun gibi, kendi içimde istikrarlı istikrarsızlıklar barındırıyorum. İçimden bir ses dellenip "hadi kalk gidelim" derken, diğeri olabildiğince derine kök salma arzusuyla "bok yeme, otur!" diye dürtüyor onu. Bir an "harç bitti, yapı paydos!" diye ayaklarımı uzatacakken, aklımı rafa kaldırıp, daha iki soluklanmadan yeni bir koşuşturmacanın içine dalıveriyorum. Tam da artık "kimseler inancım kalmadı benim, dost bilip sevdiklerimden el aman dedim" diye terennüm ederken, yine birilerinin şefkatli kollarına bırakmış buluyorum kendimi...




Bir yarım akıllı, bir yarım deli...
Dört yanım akıllı, bir yanım deli...
Herkes akıllı, bir ben deli...
Bir ben deli!



Evet, ruhum sahibini arıyor. Ve tam da yerine düştüm.
Çok ağlattılar, ama farkında olmasalar da bir o kadar büyüttüler beni. Büyüdüm.
Buna rağmen hala bir yarım akıllı, bir yarım deli... Herkes akıllı da, bir benim deli!
Övündükleri sevgileriyle ağlattılar beni.
Sahte düşlerle oyaladılar, aldattılar... Bunlarla büyüttüler beni.

Ve işte karşılarındayım:
Dört yanı akıllı bir yanı deli bir yarımakıllı, bir DELİ...


P.S. Seviyorum sizi Mor ve Ötesi, sağolun!

13.01.2008

Emanet Hayatlar

Birilerinden bir emanet almak ne zor şeydir. Bakman için bırakılmış bir evcil hayvan, giymen için verilmiş bir elbise, ya da işini görsün diye verilmiş bir araba... Hani senin olsa, kazara bir zarar görmüş olması problem değildir de; bir başkasına ait olması tedirgin eder insanı işte. Rahat olamazsın.

Peki ya hayat? Sana ait olmayan, içinde eğreti durduğun bir hayatı sürdürmek ne kadar mümkündür ki? "Öteki"lerin değerleriyle sınırlandırılmış; mutlu olmanın sadece demir parmaklıların ardında denizi görmenle mümkün olduğu; salt "normal" olabilmek uğruna içine hapsolduğun bir hayat...

Seyircilerini memnun etmek için aynı oyunu defalarca sahnelemek... Sevmediğin bir tekstin sana yüklediği repliklerle kısıtlı kalmak... Hem de ışıkların ne zaman tamamen söneceğini bile bilmediğin bir salonda...
Sadece "sen" olamamak, taktığın maskenin ardında nefessiz kalmak...
Yalanlara sığınmak, yalanlarla sarılmak...

Böylesi daha mı kolay?
Ya da, hayat o kadar mı zor?
"Öteki"lerden önce senin mutluluğun gelmez mi?
Sen olmadığında geriye ne kalır ki?
"Normal" olmak şart mı?
Atılır mıyız oyundan benzemezsek onlara?

Hayat... O kadar zor mu?


I am wired,
I am tired
Of being someone that i am not.
Tired of showing,
Tired of going along with all my lies ...

Martin Stranka

http://www.martinstranka.com/

P.S. Thanks for your kindness Strany;)

5.01.2008

Bazı bazı...

Görüp görülebilecek en dönek, en kalleş, en üçkağıtçı, en kaypak ortak bu hayat! Kendi akışına bakıp, seni parmağında oynatıyor. Kah yerlere çalıyor, kah bulutların üzerine çıkarıyor.
İşin kötü yanı, o sensiz devam ediyor da, sen ne yaparsan yap ondan sıyrılıp kendi burnunun dikine gidemiyorsun. Şartları, gerçekleri, dikenli yolları var senin önüne sürdüğü... Elin kolun bağlı, kabul ediyorsun. Doğarken sessiz-sözsüz ettiğin, mecburi, ve bir o kadar da emrivaki yeminin var. Sıkıysa boz onu...

Yine de onun bile insafa geldiği anlar oluyor bazı bazı... "Çok gittim üstüne, nefes alsın biraz" diyor, kaldırıyor kara pelerinini, ışıkla kamaşıyor gözlerin. Hücre cezasını tamamlayan bir mahkumun günışığına çıktığında neler hissettiğini anlıyorsun o vakit.
İnanamıyorsun önceleri... Nasıl yani, bitti mi? Duvarlar olmayacak mı artık dört bir yanda? Yalnız değil miyim? Bu ışık gerçek mi?
Alışmaya çalışıyorsun sonra... Tüm benliğinle, her hücrenle içine çekiyorsun mutluluğu, huzuru, o parlak ışığı... İçin aydınlanıyor. O kadar ki, gözlerinden fışkırıyor pırıltın, baktığın her şeyi görebiliyorsun artık. Güldüğünde dudaklarında tebessümün yalnız kalmıyor, gözlerin de eşlik ediyor ona.

"Olanla ölene çare yok" deyip, olmazsa olamayacağın ortağının koluna giriyorsun; seni daha dayanıklı, daha olgun kıldığı; ve yoluna çıkardığı her bir insan için-bazıları için biraz daha fazla-teşekkür ediyorsun ona.

(...)Bazı geceler

bazı insanlar
bazı yerlerde
sahiden karşılaşırlar
Bazı insanlar
bazı aşklar
bazı şarkılar

bu yüzden unutulmazlar
Bazı hayatlar hayal tutmazlar
Bu yüzden
bazı bazı bazı
çabuk yaşayıp
ansızın kaybolmalar
bazı bazı bazı...

Murathan Mungan


Fotoğraf: http://uniquealim.deviantart.com/art/Olumden-3-Kare-53967710