24.06.2010

Olamaz mı? Olabilir...

Açık havada, festivallerde, salonlarda, okulda, kumda, çimde, İzmir'de, İstanbul'da, Bursa'da, Bodrum'da, Çeşme'de, yerlisiyle, yabancısıyla, onlarca konser görmüş geçirmişliği olan ben, uzun zamandır hiçbir konserden böyle mutlu ayrılmamıştım!
Öyle aman aman, yatıp kalkıp dinlediğim insanlar da değildi hani Zuhal Olcay ve Bülent Ortaçgil, ama oldum bittim severdim, o ayrı..

Günlerdir devam eden sağanak yağış, ve özellikle de önceki gün 1 dakika içinde beni sıçana çeviren tufan yüzünden "iptal edilir mi ki?" tedirginliğiyle beklemiştim akşamı.. Telefondaki kadın sesi "konser olacak, iptal söz konusu değil" dedi. Yağmurluklarla şemsiye çantaya tıkıştırıldı, "Açık Hava" yoluna düşüldü. Giriş kuyruğunda arkadaşlarla buluşuldu, son sigaralar (yaşasın temiz hava sahası) içildi, yerler bulundu. Bir anda sahnede birileri belirdi. "Aaa çıktılar!" dedi içimizden biri.. Afalladım. 21.30 yazıyordu telefonumun ekranında. Aslında normali buydu da, biz alışık değildik ki! Saatinde başlayan bir konser.. Ego mu? O da neydi ki! "Hayırlara vesile olsun"du..

"Coğrafya izin verdiği müddetçe" dedi Ortaçgil, "bu gece şarkılarımız sürecek.." ve hiç duraksamadan dokundu tellere:
"Yüzünü dökme küçük kız, bırak üzülmeyi.."

Bir, iki, üç.. Şarkılar sıralandıkça keyif arttı. Zuhal Olcay kulise geçtiğinde de Ortaçgil'in Başucu Şarkıları başdöndürücü güzellikteydi. Bir insanın sesi dinleyene bu kadar mı pamuklara sarıp sarmalanmışlık hissi verebilirdi? Ve o ses yıllardır hiç mi bozulmazdı! "Ne güzel adamsın be sen!" diyordum içimden..

Saat 11'e geliyordu galiba.. Zuhal Olcay sahneye döndükten bir süre sonra, biz bir ağızdan "yosun tuttu gözlerim yalnızlar rıhtımında" derken damlalar düşmeye başladı ince ince.. Sanki daha önceden provası alınmış bir sahnenin oyuncuları gibi, tüm dinleyenler bir yandan şarkı söylemeye devam ederken, bir yandan da sakince yağmurluklarını giyip, şemsiyelerini açtılar.
"Bu görüntüyü hiç unutmayacağım" diyordu Zuhal Olcay keyifle..
Yağmur hızlandıkça şarkılar akıyor, yağmur yağıyor, mutluluğum katlanıyordu.


Bir, iki, üç.. Şarkılar sıralanıyor, kimse yerinden bile kıpırdamıyordu. Yağmur mu? Çok güzeldi.. Hatta belki de hiç bu kadar güzel olmamıştı.

"Güller ve Dudaklar"ı söylemeden bu konseri bitirmeyeceklerdi. Açık Hava'da şemsiyeler salınıyordu..
Merdivenleri yavaş yavaş tırmanırken "Eylül Akşamı ve Değirmenler de olsaydı keşke" diye geçirdim içimden.. Açık Hava'da damlalar birbirleriyle yarışırken "bir daha!" sesleri yankılanıyordu. Tam tepeye varmışken, tanıdık bir melodi yakamızdan tutup bizi geri çevirdi:

"hiçbir neden yokken,
ya da biz bilmezken
tepemiz atmış ve konuşmuşuzdur...
onca neden varken
ve tam sırası gelmişken
hiçbir şey yapmamış ve susmuşuzdur...
aynı anda, aynı sessiz geceye doğru içim sıkılıyor demişizdir
aynı sabaha uyanırken kim bilir,
aynı düşü görmüşüzdür
olamaz mı? olabilir..
onca yıl sen burada
onca yıl ben burada
yollarımız hiç kesişmemiş şu Eylül akşamı dışında..."

Huzurdu bu..
Olamaz mıydı?
Oldu.

Hiç yorum yok: