20.08.2007

"Gözün gördüğünü ciddiye alma..."

"Korktuğun zaman bil ki, korku da cesaret de aynı çemberin parçalarıdır. Bil ki çember senin içindedir. Demek ki, korkak olduğun kadar cesur olabilirsin. Ne kadar derine düşersen düş, bir o kadar yükseğe çıkabilirsin. Çemberi hatırla. Korkuya tosladığında, felakete uğradığında, çukura düştüğünde tek yapman gereken çemberde geri geri yürümektir; ta ki zıt parçaya ulaşana dek..."
Elif Şafak, Şehrin Aynaları.

Sufi Dansı Atölyesi
1. Gün:
Çok korkmuştum. Düşmek, mide bulantısı ya da baş dönmesi o ana dek aklımın ucundan bile geçmemişti. Ama duymuştum bir kere, "dün 4 kez düştüm" diyordu birisi, "mide bulantım bu sabah geçti" diyordu bir diğeri... Ve bilinçaltım şahane bir savunma mekanizmasıyla beni durdurdu: Bulantı! İlk 20 dakikalık dönüşün ardından bir 20 dakika da yerde yatıp nefes egzersizleri yaparak geçirdim. Buna rağmen etkileyici bir deneyimdi.
2. Gün:
"Çemberde gerisin geri..."
O korkak, bacakları titreyen kız gitmiş, yerine "cesurum, cesurum, cesurum, bir şeyden korkmaaaam, cesuruuuum!" narası atan bir Braveheart gelmiş de benim haberim yokmuş!
Dönmeye başladım, hem de Ziya'nın "hadi"sini ikiletmeden...
"Uzayda kapladığın alanın içinde, merkezinde kal; eksenini bul, hep onu düşün, kaybetme...
Bedenin bilmediği-tanımadığı bir faaliyete doğal olarak tepki verecektir, nefesinle bunu kontrol edebilirsin, kararlı ve inançlı ol...
Gözün gördüğünü ciddiye alma, onunla dalganı geç; iç gözünle aksını gör, ona odaklan, nefes al, nefes ver, rahatla, bırak kendini... Düşünceler gelseler bile aldırma, geldikleri gibi gideceklerdir; dikkatin kendinde, ekseninde, nefesinde olsun...
Keyfini çıkar..."
Büyük bir hazdı! Bir süre ben bile inanamadım. İki kere yarımşar saatlik dönüşler yaptım ve müthiş keyif aldım. Dışarıdan bakıldığında son derece sakin, dingin ve hatta monotonmuş gibi gözüken bir eylem nasıl olur da insana böylesine bir coşku verebilirdi!
Güzel bir tesadüf, taştan çıkartılan bir fırsat, olağanüstü bir tecrübe...
Ne güzel adammışsın sen Ziya Azazi! Farkında olmadan, bilinçsizce de olsa hayatıma girdiğin, ufkumu genişlettiğin için sağol...



“Halka, bir nokta idi başlangıçta/ ne küçüktü ne büyük/ ne yerdeydi ne arşta/ çünkü sadece o vardı/ nokta dediğinse ısırılmamış, dişlenmemiş bir elma/ elma diri, elma sulu ve kan kırmızıydı/ ne zaman ki diş geçirildi elmaya/ ne zaman ki o kırmızı cevher oldu ikipare/ ben, sen davası çıktı ortaya/ ayrı düştük, gayrı düştük/ vakit yitirmeden dönelim dersen sılaya/ bir iken çok olduk/ çok iken bir olalım dersen hatırla/ hafıza elmayı hikaye eder kuytularda/
…kimileri hesap kimileri feryat ederken/ döner durur halka/ halka dediğin tepeden tırnağa aşktır/ orada yer yoktur gazaba/ ben dönerim o döner halka döner/ öyle bir halkadır ki bu kimsecikleri bırakmaz dışında/…hızlanır nokta/ döner nokta/ bir feryat kopar bağrından/ kül oluruz yana yana/ ben, sen gider/ can, canan gider/ aşık, maşuk biter/ nokta halkaya devreder/ öyleyse ne başlangıç, ne son/ sadece bir orta nokta…/ adını ne koyarsan koy/ ister elma/ ister nokta/ ister hafıza/ ister halka…”

Elif Şafak, Pinhan.

Hiç yorum yok: