Beni zerre kadar ilgilendirmeyen bir ilişkinin bitişiyle ilgili sarf edilen cümleleri okurken, “evlilik, artılar azalınca mı yoksa artılar sıfırlanınca mı biter?” sorusunun cevabında takıldım kaldım: “Herkese göre farklı biter. Sizin için bitmesi gereken evlilik bir başkasına göre devam edebilir. Hayata bakışınıza kalmış bir durum. Bazıları için ne olursa olsun, hiç bitmez.”
Evet, tam da böyle bir şeydi evlilik.
“İyi günde ve kötü günde…” temennisiyle başlanan, taraflar kötü günlerin ağırlığı altında ezildiğinde “şiddetli geçimsizlik” ile son bulan bir deneyim…
İki farklı insanı, iki ayrı yaşamı, görgüyü, kültürü, aileyi, geçmişi, geleceği, belki de değişik istikametlere uzayan iki yolu bir araya getirip, tek bir potada eritme çabası…
En olumlu yanı, meşru olarak dünyaya bir çocuk getirmek ve gerçek bir “aile” halini almak olan; fakat bir müddet sonra “ortada” bir çocuk olduğu için eş(!)lerin katlanmak zorunda kaldıkları bir rutin haline gelen kısırdöngü…
Sevginin, bir arada olma isteğinin, yol arkadaşlığının tüllere dolanıp, pullara bulanıp, kurdelelerle boğulup nefessiz bırakılarak içinde can verdiği, o çok meraklı insanlara sunulmak üzere hazırlanmış bir hediye paketi…
Bireyselliğinden, özgürlüklerinden, gençliğinden (Bkz: “genç kız”lıktan “evli barklı kadın”lığa geçiş ) ve hatta soyadından bile feragat ettiğine dair bir imza…
Herkes için, ve hatta herhangi bir karı-koca için bile farklı nedenlerle başlayıp, farklı gerekçelerle sürdürülen, ya da kapısına kilit vurulan bir kurum...
En edebi haliyle, "kutsal bağlılık yemini"...
By Yiğit ÖZGÜR