22.09.2007

A Life in the Garden of Good and Evil

Yaz, sıcak bir gün... 70 kişi bir salona tıkışmışız, toplantı yapıyoruz.
Can sıkıcı.. Üniversitede dersteymişim gibi hissediyorum. Biraz daha yetişkin, biraz daha örtmen, biraz daha kadın olmamdan gayrı değişen pek bir şey yok. Konsept aynı: Ekipçe birbirimizin kağıtlarına notlar yazıyoruz, gülüşüyoruz, fısıldıyoruz. Bir ara pislik bir yorum yapıyorum birine, gülüyoruz, sonra da t-shirtümdeki yazıyı işaret ediyorum:
"I love my dark side!"
Tüm ciddiyetiyle, biraz da "hadi ordan.." edasıyla, "you don't have a dark side, do you?" diye karşılık veriyor.
Tüm ciddiyetimle, biraz da "hangimiz biraz X değiliz ki..." edasıyla kafamı sallıyorum, "I do... Deep inside..."
Yandan yandan gülüyoruz, toplantı akıyor.

Mutlak iyi ve mutlak kötü diye bir şey yok, bu kesin. Bunu bile bile, "kötü" olabileceğimi kabullenemiyordum. "Hatalı", "yanlış yolda", ya da "iyiyle kötüyü ayırt edemiyor" olabilirdim; ama "kötü", ASLA! Niyetim iyiydi bir kere... Hem sonra şartlar beni buna zorlamıştı. İhtiyacım olmasa yapar mıydım hiç!
Mazeret göt gibidir, herkeste bulunur. Bahanelere sığınıp vicdanını rahat ettirmek, hatta daha da ileri gidip haklı çıkmak istedikten sonra, elini atsan mazerete çarpardın, mesele o değildi. Söylediğimiz yalanlara inanıp, doğrunun bittiği noktayı kaybettikten sonra suçluluk duygusu buhar olup uçuyordu. "Her şey bir yorum meselesiydi, ya da bir tercüme hatası. Ne gördüğün, ne görmeye yatkın olduğuna bağlıydı. Eflatun bir canavar görmeye hazırsa gözlerin, eflatun canavarlar görmeye başlayabilirsin pekala."* Asıl sorun şuydu:
Nereye kadar?
Nereye kadar kaçabiliriz ki gerçeklerden?
Nereye kadar aklayabiliriz karalara bürünen benliğimizi?

Ne güzel demiş Murathan Mungan, "o kadar şey değişti ki, artık kimse masum değil." Velhasıl, yadsımanın faydası yok, kötüyüz. Hem de en az iyi olduğumuz kadar... İçimizde birbirine karışmadan, su ve yağ gibi dalgalanıyor iyilik ve kötülük. Hangisinin üste çıktığı kişiden kişiye değişiyor.

Kendimi bildim bileli benim canım annem kürek kemiklerimin belirgin olmasını tek bir cümleyle açıklar:
"Onlar senin kanatların melek yavrum"
Evet, fizyolojim bile bunu gösteriyormuş, ben melekmişim. Bu durum "kuzgunla yavrusu" ile mi açıklanabilir, ya da şu "eflatun canavar"la mı; yoksa "gönül kimi sevse güzel odur" mu demeli bilemiyorum. Fakat bildiğim bir şey var:
Kanatlarım yoktu benim, ama bir zamanlar melektim.
Kirlendim.
Çok değiştim ben,
Artık melek değilim.
Yine de, bir minicik kız çocuğu duruyor orada hâlâ; anlatamam gördüklerimi o neşeli çocuğa...



* Elif Şafak, Araf



5.09.2007

Şeytan aldı götürdü...

Aradıkça bulunamayan, elde etmeye çalıştıkça daha da diplere kaçan bir şey bu... Yani öyle "ördek suya daldı, zil çaldı" gibi değil işte, "1-2-3!" deyince şefkatli kollarıyla sarmıyor insanı...
Ama elde değil, bir yerden sonra bünye arıyor, can istiyor... "Bir tatlı huzur almaya..." gidiliyor Kalamış'a, "ellerim bomboş, yüreğimde bir sızı..." ile dönülüyor.
Aradıkça bulunamayan, elde etmeye çalıştıkça daha da diplere kaçan bir şey bu... Adına kitaplar yazılıyor, şarkılar besteleniyor, yeminler bozuluyor, ipler çözülüyor, gemiler yakılıyor; ve o kadar yanıyor ki can, en sonunda karşıdan bakakalınıyor...
Birbirine yabancılaşmış "birey"lerin, yerine hiçbir şeyi koyamadıkları, modern çağın en büyük "götürü"sü, en ciddi vurgunu... Hadi o zaman, alle zusammen:
"Huzurumu kaçırdılar, damdan dama uçurdular, suyuna da pilav pişirdiler... Dat diri diri diri diri dat diri diri dat diri diri diri dat diri dat diri daaaat!"

2.09.2007

Retro - vol. 3

The Machinist
"How do you wake up from a nightmare if you're not asleep?" ve "Trevor Reznick is four letters away from the truth." taglinelarıyla izleyicide uyandırdığı merakın hakkını veren bir film. Muhteşem olmasa da, oldukça doyurucu kurgusu, detaylara-misal, bir "I'd rather go fishing" yazısı var ki akıllara zarar..- odaklanmış olması ve gerilim unsurunun bir an bile elden bırakılmamasıyla, izleyicinin zihninde "Bunun altından bir şey çıkacak ama dur bakalım ne?" sorusunu sonuna kadar canlı tutuyor film. Karşılaştırmak gerekirse, `Fight Club` ya da `Memento` kadar büyüleyici, `David Lynch` filmleri kadar karmaşık olmasa da, -filmin ilk yarım saatinden sonra beklenen- süpriz bir sona sahip. Bu çözülme sürecinde, film boyunca sona dair verilen tüm detaylar, seyircinin gözüne sokmak suretiyle!:kör gözüne parmağım! değil de, biraz daha üstü örtülü şekilde anlamlandırılsaymış film damaklarda-ve dahi zihinlerde- daha uzun süreli bir `nefaset` bırakırmış..
31.03.2005 13:33:53


Eve sarhoş gelindiğinde yapılanlar
Kazasız belasız eve varılabildiği için şükretmekle başlayan; "348. geleneksel bir daha bu kadar içmeyeceğim" sözü verilip; varsa yüzdeki makyajı olabilecek en hızlı şekilde temizlerken, bir yandan da doğal güzelliğin en iyisi olduğuna kanaat getirip; dişleri de fırçaladıktan sonra hızla yatağa düşmekle son bulabilecek olan sarhoş insan eylemleri.
16.03.2005 00:44:59

Eternal Sunshine of the Spotless Mind
Taglinelarından birisi "You can erase someone from your mind. Getting them out of your heart is another story" olan, ve iki cümleyle bundan daha güzel ifade edilmesi zor, etkileyici film. Jim Carrey'nin aktörlük rüştünü ispatladığı filmdir kanaatimce. Zira mimik manyağı olmuş bu adamın şimdiye kadar dişlerini neredeyse hiç göstermediği, ve duygusunu seyirciye bu kadar yalın aktarabildiği tek filmi bu olmalı.. Filmin ismi, Kirsten Dunst'ın Alexander Pope'un "Eloisa to Abelard" isimli şiirinden yaptığı alıntıdan gelir.

How happy is the blameless vestal's lot!
The world forgetting, by the world forgot eternal sunshine of the spotless mind!
Each pray'r accepted, and each wish resign'd.
15.03.2005 14:18:02


Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı
Kahvaltıyı sadece karın doyuracak, ya da atlandığında işe yetişmeyi kolaylaştıracak bir öğün olarak değil; günün en önemli öğünü olarak gören insanların birleşebileceği ortak payda.
Hep söylenir bu, günün en önemli öğünüdür kahvaltı, asla atlanmaması gerekir. Öyle derler.. Ekmek kızartma makinesinden fırlayan dilimler, kırılan yumurta kabukları, kaşığın çay bardağına her değişi, saatlerdir sessizliğe gömülmüş olan eve can verir; karanlığın sona erip, yaşamın tekrar başladığına işaret eder. Güne mutlu başlamak için bir bahanedir kahvaltı. Kullanmasını bilene..
22.02.2005 15:08:49


Küçükken şey vardı...
Küçükken çokça rastladığımız, ama belli bir ismi olmayan şeyleri anlatmaya başlarken kullanılan giriş cümlesi. Misal: Küçükken şey vardı; hani pastanelerde kasanın arka tarafında, raflarda bulunan kartondan yapılmış çantalar.. Çocuk kafalarımızı soru işaretleriyle dolduran, rengarenk karton çantalar.. İçlerinden şeker, sakız, patlayan şeker, topitop, minik ve kıytırık oyuncak maketleri, leblebi tozu gibi bir çocuğu delicesine sevindirecek minik şeyler çıkardı.. (Kinder sürpriz yumurta icat oldu, mertlik bozuldu!)
15.02.2005 17:48:32

Şemsiye çikolata
Tadıyla değil, ama minik avcunuza düştüğünde içinize dolan mutlulukla hatırlanan; "küçükken şey vardı..." muhabbetlerinin konusu olan çocukluk anılarından biri, en değerlilerinden..
Kırmızı, mavi, yeşil plastik çubukların ucunda kapalı bir şemsiye görünümdeki çikolata önce renkli folyolarla, ardından da jelatinle sarılır ve sımsıkı paketlenirdi. Öyle sıkıydı ki bu ambalaj, o heyecanla ve çocukluktan gelen beceriksizlikle asla bir seferde açmayı başaramazdınız şemsiye çikolatınızı!! Bir de tabi o zamanlar öyle harçlıklarla bakkal amcadan alınacak bir şey değildi bu.. Pastanelerde satılırdı. Ebeveynlerin yanında pastanede uslu uslu durmanın bir numaralı nedeniydi.. Alışveriş bitip para ödemeye kasaya gidildiğinde, bir uzaylı görmüşçesine, "aaaa baba bak şemsiye çikolataaa!!" denir ve takınılabilecek en masum pozla beklemeye başlanırdı.. Bazıları için çikolatadan ziyade, çocukluk günlerinin mutluluk simgesidir şemsiye çikolata.. Kazık kadar olduktan sonra bir pastanede ezkaza rastlandığında, sevinçten delirmekle içlerine bir damla gözyaşı akıtmak arasında kalmaları bu yüzdendir..
15.02.2005 17:10:29

Hatırladığımız kadar yaşamak
"Sözcüklere dönüştürdüğümüz an, hayatımızın en önemli anları, dönüm noktaları, asla unutmayacağımızı sandığımız fotoğraflar silinip gidiyor, bir an belirip parlamış gibi... Hatırlamak böyle bir şey. Geriye yalnızca belli çizgilerin kaldığı eskimiş bir resim. Koskoca bir hayatı, onun içine giren, çıkan, değen başka hayatları anlatırken bütün hepsi yalnızca birkaç sözcüğün içine sıkışıyor. Orada bitiyor."
Kürşat Başar, Başucumda Müzik
04.02.2005 16:52:17

"Some things, once you do, they can never be undone"
Kill Bill'de, şu güzel diyalogda geçen cümle:

Bill: Mommy is still angry at Daddy.
B.B.: Why?
Bill: Well sweety, I love Mommy, but I did to Mommy what you did to Emilio.
B.B.: You stomped on Mommy?
Bill: Worse. I shot Mommy. Not pretend shoot, like we were just doing. I shot her for real.
B.B.: Why? Did you want to see what would happen?
Bill: No, I knew what would happen to Mommy if I shot her. What I didn't know is, when I shot Mommy, what would happen to me.
B.B.: What happened?
Bill: I was very sad. And that was when I learned, "some things, once you do, they can never be undone".
02.02.2005 17:29:36

Emilio
B.B.'nin balığının adı. (bkz: Kill Bill Vol. 2)
Bill: [about B.B.'s pet fish] She told me later, that the second she lifted up her foot and saw him not flapping, she knew he was dead. Is that not the perfect visual image of life and death? A fish flapping on the carpet, and a fish not flapping on the carpet. So powerful even a five-year old child with no concept of life and death knew what it meant. Not only did she know Emilio was dead, she knew she had killed him. So she comes running into my room, holding Emilio in both of her little hands - it was so cute - and she wanted me to make Emilio better. And I asked her, why did she step on Emilio? And she said, she didn't know. But I knew why. You didn't mean to hurt Emilio, you just wanted to see what would happen if you stepped on him, right?
B.B.: Uh-huh.
Bill: And what happens when you stomp on Emilio, is you kill him. And you discovered that, didn't you?
B.B.: Uh-huh.
Bill: So we drove down to the beach, had a little funeral, and gave Emilio a burial at sea. And right now I'm sure he's happy as can be, swimmin around in fish heaven. But the point being, our child learned two very important lessons. One, about life and death. The other, "some things, once you do, they can't be undone". I knew just how she felt.
02.02.2005 15:34:00

Burhan Çaçan
Yaradana Kurban gibi yaran bir türküyü bıkmadan usanmadan senelerce söylemiş insan.
"..yanağına düşmüş dane dane kara bene bakın, kara bene!
Kipriklerin kaşların teline, örüklerin saçların beline... YALLAH!
Tara beline yar, tara beline...
Tara beline can, tara beline...
Tara beline kurban olam, tara beline hayran olam..."
(İnsan şu sözleri nasıl ciddiyetle söyleyebilir ki!)
02.02.2005 13:42:41

Güzel kadınlara güvenmemek
Yeşil başlı gövel ördeklere inanmamak, ya da Şereflikoçhisarlılara itimat etmemek gibi bir duygusal peşin hüküm örneği.
01.02.2005 16:06:02

Çocukluk fotoğraflarına bakarken hissedilen hüzün
Hayatın ve insanların daha `basit`, daha `iyi`, daha `kolay` ve daha `masum` olduğu yıllara bir albümün kapağı arasından bakarken hissedilen burukluk.
"..Bir minicik kız çocuğu bak,
Duruyor orada hâlâ...
Anlatamam gördüklerimi o neşeli çocuğa.."
31.01.2005 12:03:18


Yara kabuğuyla oynamak
Ateşle oynamak gibi, bıçak sırtı bir eylemdir. Bir kez eliniz kabuğun üzerine değdi mi kendinizi alamazsınız, her an kabuğun kopabileceğini, yaranın tekrar kanayacağını ya da hayat boyu taşıyacağınız bir iz bırakacağını bile bile lades demektir. En güzeli hiç dokunmamak, kabuğun kendiliğinden düşmesini beklemektir.
18.01.2005 12:52:18

Firkete
Birkaç gün önce "Miras" adlı yarışmada, dizilerde karşılaştığımız bir kadın oyuncumuzun, "gemilerde bulundurulan sandala ne ad verilir?" sorusuna verdiği cevap. Sonra da firketenin yanlış olduğunu farkedip düzeltmeye çalışmış; "ay ay şaşırdım, `fırkateyn` diyecektim.. Ne? Eüü, o da mı değil? Heyecan işte.. Eki eki.." şeklinde batırmıştır.
Neymiiiş? Bir bilgi yarışmasında "ya tutarsa..." diye boş boş konuşmamalıymışııııız..
Kıssadan hisse: Söz gümüşse, sükut altındır.
Evet.
14.01.2005 13:17:39


Fotoğraf-hatıra ilişkisi
Kuvvetli bir ilişkidir. Öyle ki, unutulmak istenen insanların önce fotoğrafları yırtılır, atılır, yakılır... Ya da güzel günleri anmak için albümler dökülür ortaya... Anneanneyle dedenin aşkı fotoğraflardan öğrenilir, ve hatta anneyle babanınki... Kendi aşklarımız da fotoğraflardadır: Bir anaokulu bahçesinin merdivenlerinde sıraya dizilmiş çocuklardan biri, ya da!:negatifleri gizlice arkadaştan aşırılmış olan!voleybol takımının deplasman fotoğraflarında smaç basan delikanlı, veya alkollü gecelerden birinde yakalanmış çapkın bir bakış... Çok şey saklar fotoğraflar; albüm albüm, kutu kutu anılar... Albüm albüm, kutu kutu hayatlar...
30.12.2004 10:45:08


Monsters Inc.
"Sulley: Mike, this isn't Boo's door.
Mike: Boo? What's Boo?
Sulley: That's... what I decided to call her. Is there a problem?
Mike: Sulley, you're not supposed to name it. Once you name it, you start getting attached to it. Now put that thing back where it came from or so help me... [Mike pauses, realizing that they suddenly have the attention of the entire scare floor]
Mike: Oh, hey. We're rehearsing a - a scene for the upcoming company play called uh, Put That Thing Back Where It Came From Or So Help Me. It's a musical.
[singing]Mike: Put that thing back where it came from or so help me... so help me, so help me and cut. We're still working on it, it's a work in progress but, hey, we need ushers.." diyaloğu ve dansı ile insanı koltuktan düşüren animasyon harikası.
28.12.2004 16:49:11

Cansız varlıklara isim koymak
Sahip oldukları cins isimlerin onlar için yeterli olmadığını düşünen bünyelerce, cansız varlıklara özel isimler koyulmasıdır. Bu eylem aidiyeti kuvvetlendirir. Zira aynısından yüzlerce, belki binlerce olan bir nesnenin(çanta, defter, araba, şapka) kişiye özel olmasını sağlar. Bir de tehlikeli bir yanı vardır ki, isim koyulan şeyle ister istemez bir bağ kurulur.. Bu tehlikeyi Monsters Inc.'in cevval karakteri Mike Wazowsky, her ne kadar cansız bir varlık olmasa da Boo için, şöyle dile getirmiştir: "Sulley, you're not supposed to name it. Once you name it, you start getting attached to it. Now put that thing back where it came from or so help me..." Yapmadan önce düşünülmesi gereken eylemdir.
28.12.2004 16:37:07

Hediye paketi yapamamak
Özenle seçilen hediyeyi, içine kart yazmak için mağazada paketlettirmeyen insanın, uzunca bir süre paket kağıdı, bant, makas ve hediye ile boğuşmasına neden olan kabiliyetsizlik örneği.. Önce paket kağıdı yere yayılır..(Dakka bir, gol bir! Sert zeminde paketlesene, neden halının üstünde debelenirsin ki..) Mevcut paket kağıdı hediyeye büyük ya da küçük geldiği için ya kırpılması gerekir, ya da bir kağıt daha eklenmesi.. (Bkz: Murphy Kanunları)
Paket kağıdını hediyeye uygun boyuta soktuktan sonra yamuk yumuk da olsa hediye kaplanır, ki bu süreçte ne bant istediğiniz uzunlukta kopar, ne kağıt istediğiniz yerden kıvrılır! Sonunda ortaya çıkan şey kamuflajdan hallice bir hediye paketidir..
23.12.2004 10:54:36

Çalan şarkıyı bilmeden ağız oynatarak eşlik etme tribi
Her sanatçı konuğunu çok seven(!) Esra Ceyhan'ın ve pek tabi türevlerinin olmazsa olmazı. Bilmediği şarkıya ağız yamultarak eşlik ederken olmayacak yerde kameraya yakalanan programcı, "eki eki.." şeklinde sırıtıp, el çırparak olayı örtbas etmeye çalışır.
13.12.2004 14:47:20


Acele etmek ve hep geç kalmak
Bir nevi sakınan göze çöp batması durumu. İyi bir okula girmek, okulu bitirmek, iyi bir kariyer sahibi olmak, iş yetiştirmek, arada evlenip bir aile kurmak, çocuklarının iyi bir hayata sahip olmaları için daha da çok çalışmak..vs için sürekli bir telaş içinde bulunan; yaşamlarını deney farelerinin dönüp durdukları tekerleklere dönüştüren insanların sonunda hayata geç kalmalarıyla noktalanan hikayelerini en iyi özetleyen ifade.
22.11.2004 15:44:32

Hayatı ertelemek
Her anın tadını çıkarıp, doyasıya mutlu olmak varken; minik minik birçok sebebin birleşmesi yüzünden insanın kendine yapabileceği en büyük kötülük. "Varsın en geniş koltukta oturan, en lezzetli yemekleri yiyen, en iyi okulların diplomalarıyla duvarını süsleyen, en klas mekanlarda fink atan, en zengin, en güçlü, enlerin eni ben olmayayım.. Yaşadıklarımdan damağımda, bir sütlü çikolata tadı kalsın yeter" diyebilen insanların pek yapmadıkları şeydir.
22.11.2004 15:32:56


Uzun kızlardaki "küçük dağları ben yarattım" tribi
Seviye farkından kaynaklanan bir yanılgının genellenmesi. Bahsi geçen kızlar hayatlarının her döneminde uzun oldukları için durumlarını kanıksamış olan, fakat insanlara nedense anormal gelen kızlardır. Fiziksel özellikleri(uzun boy) gereği her ortamda(basketbol ya da voleybol antremanları hariç) zaten dikkat çekerler ki, bir de bu kızlar kambur durmuyorlarsa aşağıdan bakan insanlara küçük dağları ben yarattım tribindeymiş gibi görünmeleri normaldir.
20.11.2004 12:12:15


Ay lav yu ay lav yu du yu lav mi yes ay du
"If yu lav mi lav mi lav mi… kis mi kis mi kis mi..” şeklinde devam eden bir Ümit Besen, bilemediniz bir Cengiz Kurdoğlu, o da mı olmadı, bir Rıza Silahlıpoda eseri. Adı geçen sanatçılarımızdan da anlaşıldığı üzere, kendisine orgla eşlik edilmesi farz olan bir 80'ler fenomenidir.
18.11.2004 12:00:56


İstanbul
Ancak, bir şehri içine çekebilenlerin tat alacağı şiir:
İstanbul'un şiirleri martıların kanat seslerindedir kimi zaman, kimi zamansa bir sokak çocuğunun yediği midye dolmasındadır.
İstanbul'un şiirleri, balkonlar arasındaki çamaşır iplerinde dalgalanır kimi zaman, kimi zaman bir fahişenin etekliğinde saklanır.
İstanbul'un şiirleri denize bakar kimi zaman, kimi zaman saray bahçelerinin fısıltılarına dolanır.
Öyle bir İstanbuldur ki bu, her şeyinizi alır elinizden, açgözlü bir tüccar gibi;
Öyle bir İstanbuldur ki bu, huysuzluklarıyla lanet ettirir size, kaprisli bir aşık gibi;
Öyle bir İstanbuldur ki bu, zamanınızın çoğunu alır elinizden, sessiz bir hırsız gibi;
Ama siz öyle bir İstanbul olmuşsunuzdur ki artık, başka şehre sevdalanamaz yüreğiniz.
Başka bir şehir sığmaz, ve siz sığmazsınız başka bir şehrin caddelerine...
İstanbul'a karışmak lazım velhasıl; Pierre Loti'de günü uyandırmak, Hisar'da menemen yemek, Ortaköy'de tavşan kanına tavla karıştırmak, Bebek'te bir yudum deniz içmek, ve Salacak'ta güneşi uyutmak gerekir.
Aşk kokar İstanbul'un şarkıları; kadın kokar, hasret kokar, dua kokar, sevda kokar, küfür kokar, İstanbul kokar.
Ve siz yürürken şarkılar çalınır yüreğinizde, usul usul, bangır bangır...
İstanbul'un şiirleri martıların kanatlarına takılmıştır, gelir yüreğinize dolanıverirler.
Ve siz İstanbul olursunuz artık, İstanbul siz olur...
İstanbul'u sevmek lazım velhasıl;
İstanbul'u sevmezse gönül, aşkı ne anlar...
16.04.2004 18:20:00

Pure Morning
İçinde geçen "pure"un telaffuzuna hasta olanların bir dernek kurabilecek kadar çok olduğu; Placebo'nun en bilinen, en sevilen, en güzel şarkılarından biri..
08.04.2004 11:25:00


Dory
Finding Nemo'daki en şirin kahraman, kahramanım!!! Nemo da şirin ama Dory kadar naif balık var mı bu alemde be!! (seviyorum uleynn..!)
07.04.2004 22:59:00


Iris
Sadece "an"ın tadını çıkarmak, gerisini düşünmemek isteyenlerin (...and all I can taste is this moment/and all I can breath is your life..) benimsediği müthiş şarkı. Çünkü, "...and sooner or later it's over, I just don't want to miss you tonight!"
06.04.2004 11:29:00


Bir süper kahraman olarak anne
İhtiyaç duyulan her anı hissederek daha "an.." demeden koşup gelen (zira uçanına henüz rastlamadım); her sorunla uğraşmasına rağmen hala güzel, bakımlı, "abla" kıvamında olan; tüm hastalıklar için ilk anda ne yapılması gerektiğini bilen; güç kaynağı olarak ana yüreğini kullanan süper süper süper süper süper kahraman çeşidi.
02.04.2004 11:31:00


Actions speak louder than words
Hislerin kelimelerden ziyade, tavır ve davranışlarla en iyi şekilde ifade edilebileceğini vurgulayan düşünce.
02.04.2004 10:58:00


Özlemek
Bir kokunun, bir şarkının, bir mekanın ya da bir cümlenin tetiklemesiyle farkına varılan, tırnağın kara tahtaya sürtmesiyle çıkan sesin hisse dönüşmüş hali... Özlenen bir şehirdir, sevgilidir, kardeştir, annedir, dosttur, sevgidir ya da anılardır... Her haliyle garip bir acı verir özlemek...
01.04.2004 12:19:00


Her alanda sidik yarışına girebilen Türk insanı
En uzağa işeme, en uzun süreli geğirme gibi yaratıcı rekabet alanları bulmakta zorlanmayan Türk insanı çeşidi. Bu tip insanlar çocukken "benim babam senin babanı döver" derler; duygusal ilişkilerde sevgilisi "seni çok seviyorum Nevzat" dediğinde, "ama ben seni daha çok seviyorum Şükran" demek suretiyle üste çıkar, dumurlardan dumur beğeniriz. (Bkz: Oha)
31.03.2004 16:31:00

Üniversite yılları
Özellikle aileden ayrılıp farklı bir şehre gidilirse, hele ki bu şehir İstanbulsa... 18 yılda öğrenilememiş birçok şeyi öğreten; sorumluluğun, eğlencenin, sarhoşluğun, sorumsuzluğun, kazık yemenin, paylaşmanın, arkadaşlığın, birlikte yaşamanın, en nihayetinde hayatın aslında ne olduğunu kavramayı sağlayan; bitmesine 1-2 ay kala boğazınızda bir düğümle gezdiğiniz; her şeye rağmen tebessümle anılacak, hayatın en kolay yılları...
31.03.2004 15:41:00


Çocukluğum
Sokaklarda oynayarak, tabiri caizse, "it gibi koşturarak" geçirebildiğim için kendimi şanslı hissettiğim; dizlerdeki yaraların bağladığı kabukları, ilk bisikletimi, saklambaçta çanak çömlek patladı diye bağırmanın verdiği mutluluğu, ip atlarken kurtarıcı, bandoda majör olmanın verdiği çocukça gururu ve daha bir sürü naif motifi şemsiyesi altında toplamış dönem.
31.03.2004 13:33:00


En iyi arkadaşın evlenmesi
Çocukluğunun, hayallerinin, korkularının, sevinçlerinin, ilk aşkının, mezuniyetlerinin, kavgalarının, gözyaşlarının, zıpırlıklarının en yakın tanığı olduğunuz insanı, takip spotunun altında gelinliğiyle yürürken gördüğünüzde yaşların gözünüzden kayıp gitmesine engel olamamanıza ve "bugünleri de gördük" hissinin ne olduğunu anlamanıza neden olan, yoğun bir duygusallık bulutuna boğulduğunuz durum.
31.03.2004 11:42:00


Taksim-İstiklal-Beyoğlu üçlüsüne aşık olmak
Hayatı ciğerlerine çekmek isteyenlerin, kendilerini en rahat hissetikleri yerlere besledikleri yoğun sevgi ve bağlılığın getirdiği sonuç. Taksim'den başlayıp Tünel'e kadar yürümenin bile mutluluk verdiği insanların ortak hissi... "Beyoğlu'yu Güzelleştirme Vakfı'na bağış yapın, verdiğiniz parayla şarap alıp önce kendimden başlayacağım işe.." diyen şarapçıya gülüp para verenlerin; gecenin bi vakti Galatasaray Lisesi önünde sokağı dolduran müzikle dans edenlerin; buralarda attığı her adımda bir anısı olanların vazgeçemeyeceği şey...
30.03.2004 12:50:00


Nefret
Tüm duygular arasından çıkan irin...
6.03.2004 13:27:00


Huzur
Herhangi bir yerde aranması gereksiz, insanın kendi içinde barındırdığı, tüm fırtınalarda sığınılacak liman...
6.03.2004 13:25:00

Kaygı
Kalpteki tenya...
26.03.2004 13:01:00


Hüzün
Tatlı, yumuşak ruh işkencesi...
26.03.2004 12:58:00


Sık oynanan oyunun psikolojik etkileri
Tavla turnuvasından çıktıktan sonra İstiklal'de üzerine gelen iki insanla kapı almak istemek, birine bir şey anlatırken tabu kelimeleri kullanmamaya çalışmak gibi oyunların hayata sirayet etmesinin getirdiği psikolojik bozukluklardır. (Buna benzer bir başka şey de, üniversiteye hazırlanırken rüyada geometri sorusu çözmektir)
26.03.2004 11:22:00


Viktor Levi
Yıllardır sinema sonrası, konser öncesi, başbaşa, grup halinde... Ama her seferinde zevkle gidilen; kalabalığı rahatsız edici olmayan; sıcak mezeleri ve kırmızı şarabından şaşılmayası, (tabiri caizse hastası olduğum) şaraphane.
25.03.2004 11:38:00

Öğrenci evi sorunları
3 kızın kaldığı bi evde ne kadar "kız işi" olmayan şey varsa... Misal, kalorifer borusunun çürüyüp patlaması, pencerelerin zangırdamaması için silikonlanması, sık sık sigorta attığında bodruma inip ana sigortadan düzeltilmesi... Bunun yanında gecenin bir vakti tatlı (puding, çikolata,vs...) ya da alkol istendiğinde markete gitmek, faturaları yatırmak, temizlik yapmak da rutin sorunlardandır.
25.03.2004 10:52:00


İki ucu boklu değnek
Ortasından tutulması mantıklı olan değnek türü..
24.03.2004 16:08:00

Sınavı hafife almak
Sınava bir türlü çalışamamak; onun yerine tv seyredip arkadaşlarla muhabbet etmek, king oynamak, alkol almak ve hatta mercimek köftesi yapmaya kalkışmak gibi aktivitelerle zaman geçirilmesiyle sonuçlanan durum.
24.03.2004 16:03:00

Tefal reklamındaki elsiz kız
Saçından tutulup duvara fırlatılası, yetmeyip yerlerde sürüklenesi ve dersini almayıp hala abuk sabuk konuşmaya devam ederse baştaki işlemlerin kendisine periyodik olarak uygulanması farz olan sinirbozucu kız...
24.03.2004 13:23:00

G noktası
Paulo Coelho tanımıyla, "içeri girince birinci kat, dipteki pencere..."
23.03.2004 14:59:00

Seksi olmak
Ahmet Mete Işıkara'nın muhtemelen, olacağını en son düşündüğü şey...
22.03.2004 15:12:00


Alaturka tuvalette kitap okuma
Ya kitabın fazla sürükleyici, ya da bu eylemi gerçekleştiren insanın cidden hasta olduğunu gösteren durum.
22.03.2004 11:45:00


Mustafa Hakkında Her Şey
Fikret Kuşkan ve Nejat İşler'in şahaneler yarattığı; Mor ve Ötesi müzikleriyle tatlanmış; beklediğim kadar olmasa da, güzel film... Sonlarına doğru şöyle der Şerif Sezer; “geçmiş sen nasıl hatırlamak istersen öyledir bazen..”
19.03.2004 19:22:00


Kruvasan
Bir canım arkadaşımın yıllarca ismini kuru Hasan zannettiği, bir sabah, "ben de şu Hasanlardan yemek istiyorum!", "ne Hasanı kızım yaa?", "kuru Hasanlaran işte!", diyaloğunun ardından, gülerken sandalyelerden düşmeye neden olan güzel hamurişi.
17.03.2004 16:11:00


Erol Evgin'e aşık olmak
Ancak 5 yaşın verdiği toylukla gerçekleşebilecek hadise. Aşkın gözü kör etmesi sonucu, kafasındakinin peruk değil, kendi saçları olduğu iddia edilebilir, mazur görülmelidir.
15.03.2004 01:17:00


Şirince
Gidildiğinde şirinlerle ilgili espri yapılmazsa, her çeşit meyva şarabından içilmezse, "Şirince'ye hoş geldiniz" tabelasının hemen arkasındaki ".... et mangal. KENDİN PİŞİR, BERABER YİYELİM" tabelasının önünde fotoğraf çekilmezse olmaz bi köy.
09.03.2004 16:13:00

Çölde kutup ayısına rastlamak
Hemen kutup ayısının koluna girip fotoğraf çektirmeyi gerektiren mucizevi an! Eğer ayıyla münasebet ilerlerse, sonraki fotoğraflar bahtsız bedeviliği tasdik ettirmek için notere götürülebilir.
09.03.2004 14:01:00

Türk filmlerinde kayıp gençlik
Komiser Kemal'in (ya Cüneyt Arkın ya da Tarık Akan olur) batağın içinden kurtarmaya çalıştığı genç insan güruhu. Bunların aileleri zenginse, babalarının metresleri, annelerinin konken arkadaşları vardır; yok eğer fakirse, iyi niyetli anneleri, otoriter babaları ve/veya Emrah gibi abileri vardır.
08.03.2004 12:29:00

İzzet kaptan
70'lerden sonra doğmuş, bursalı birçok insanın çocukluklarında mutlaka el sallamış oldukları insan. Sabah erkenden turunu tanıtan anonslarıyla, öğleden sonra ya da akşamüstü (bulunduğunuz tatil beldesine göre değişir) teknesine doldurduğu çocuklar ve teyzelerle çastara çastara çalan müziğiyle gemlik körfezini turlayıp, yazlıkçılara el sallatırdı. Öyle müthiş bi ekoldü ki, zamanla Dursun kaptan, Ahmet kaptan ..... vs gibi taklitleri çıkmasına rağmen, İzzet kaptan efsanesi hala sürer.
07.03.2004 23:40:00

Balık hafızası
Olmayan hafıza. Balıkların ağızlarından çıkanı, kulakları duyana kadar unutmalarının sebebi.
birinci balık - biz balıkların hafızası 5 saniyelikmiş
ikinci balık - höö??
birinci balık - ne höösü!??
04.03.2004 16:31:00

9
2002 sonunda gösterime giren; yönetmenliğini, filmin senaryosunu da yazmış olan ümit ünal'ın yaptığı; dijital kamerayla çekilmiş, sıradışı, muhteşem film. Mahallede işlenen vahşi cinayetin aydınlanması için mahalle sakinlerinin sorgulanma sürecinden ve kişilerin anlatımları sırasında araya giren flashbacklarden oluşan filmin oyuncuları; Ali Poyrazoğlu, Cezmi Baskın, Fikret Kuşkan, Ozan Güven, Rafa Radomisli, Serra Yılmaz....
"9", 21. İstanbul Film Festivali'nde, en iyi film ödülünü aldı, ayrıca Serra Yılmaz'a da en iyi kadın oyuncu ödülü kazandırdı.
01.03.2004 12:02:00

Beyaz Geceler
Dostoyevski'nin çok güzel, kısa hikayesi. Nastenka ve genç adam arasında dört gecede yaşananları anlatır. Orhan Pamuk kitabın önsözünde şöyle der:
YİRMİ YAŞLARINDA HANGİ YALNIZ VE MUTSUZ ERKEK YILDIZLI BİR BAHAR GECESİ ŞEHRİN SOKAKLARINDA YÜRÜRKEN BİR KÖPRÜBAŞINDA GÖZYAŞLARI DÖKEN BİR GENÇ KIZI HAYAL ETMEZ! BELKİ KIZIN HİKAYESİYLE, GENCİN HİKAYESİ ARASINDA PEK ÇOK BENZERLİKLER VARDIR.
01.03.2004 11:07:00

Forget Paris
Billy Crystal ve Debra Winger'in başrollerinde olduğu romantik komedi. Filmin büyük kısmı, restoranda arkadaşlarıyla ilgili konuşan bir grup insanın konuşmaları üzerine çıkan flashbacklerden oluşur. Restorandaki garsonun replikleri o kadar eğlencelidir ki, bir yerden sonra filmi bırakıp garsonun çıkacağı sahneleri iple çekmeye başlarsınız. Genel olarak eğlenceli, izlenesi bir film.
27.02.2004 12:03:00

Regl
Tatlı krizlerini sıklaştıran, hatta bir gün boyunca sadece tatlıyla (acıbadem kurabiyesi+sütlaç+vişneli tahinli çörek+dondurmalı sahlep+aşure+gofret+çikolata....) beslenmeye neden olan; ağrılı-sancılı ama bir o kadar da gerekli; yazın hiç çekilmeyen; periyodik kadın ızdırabı.
24.02.2004 16:48:00

Öğrenci evi
2-3 arkadaşın ailelerinin eski mobilyalarından derleyerek oluşturulduğundan herkesin çocukluğuna dair bir şeyler bulabileceği (oymalı kakmalı koltuklar, `arcopal` bardaklar...vs); makarnanın 7/24 tüketildiği; "bir evde en fazla kaç kişi yatabilir" ya da "bir evden bir gecede çıkabilecek bira şişesi" konulu rekor denemelerinin sıklıkla yapıldığı; sınav haftalarında gireni çıkanı belli olmayan; yan apartmandan şikayet gelmesine neden olabilen mekan.
23.02.2004 14:33:00

Caddebostan sahili
Güzel bahar günlerinde ders çalışma maksadıyla yatılan çimlerin üstünde piknik yapılması, güneşlenilmesi, top oynanıp sağdan soldan geçen köpeklerle yuvarlanılması, alkol alınması, muhabbetin gözüne vurulması gibi aktivitelere ev sahipliği yapan güzide mekan.
23.02.2004 13:14:00

Olympos
Mümkünse iyi arkadaşlarla gidilesi; gitmeden önce pansiyonlardan birinde rezervasyon yaptırılası; gün boyu sahilde muhabbet edilip içilesi, arada bir denize girdikten sonra çalkalanmak için buzzzz gibi tatlı su gölcüğü kullanılası; öğlende en yakın köyevinde peynirli gözleme yenilesi; gece Türkmen'in şark köşemsi bölmelerinden birinde demlenildikten sonra illa ki bir fenerle sahile yürünülesi; ve tabi ki yakamozun ne olduğunu anlamak için mutlaka gece denize girilesi; ulaşımı zahmetli ama ruh dinlendirici yer...
18.02.2004 12:40:00

Sarışın ve zeki
Saç rengi ve zeka arasında bir korelasyon olmadığını anlamayan kişilerin karşılaşınca şaşırdıkları insan (genellikle kız) tipi.
17.02.2004 09:48:00

When Harry Met Sally
Meg Ryan ve Billy Crystal'ın harikalar yarattığı; müzikleri, dolayısıyla soundtracki mükemmel olan; arada bir Cnbc-e'de yayınlandığında kaçırılmaması gereken; ana teması "will sex ruin a perfect relationship between a man and a woman?" olan, ve devamında, "will these two friends ever accept that they're meant for each other... or will they continue to deny the attraction that's existed since the first moment When Harry Met Sally? " sorularının cevaplarının bulunabileceği; Harry'nin 'how about this way...' diye başladığı ve aşkı anlattığı repliği insanın içine işleyen; sevimli, sıcak, karamela sepeti, Rob Reiner filmi.
Çikolatayla çok iyi gidiyor!

***spoiler***

"Harry: How about this way? I love that you get cold when it's seventy-one degrees out. I love that it takes you an hour and a half to order a sandwich. I love that you get a little crinkle above your nose when you're lookin' at me like i'm nuts. I love that after I spend the day with you, I can still smell your perfume on my clothes. And I love that you are the last person I want to talk to before I go to sleep at night. And it's not because i'm lonely. And it's not because it's new year's eve. I came here tonight because when you realize you want to spend the rest of your life with somebody, you want the rest of your life to start as soon as possible. "

***spoiler***
16.02.2004 11:22:00